Hoşgeldiniz... Damsız girilebilir, ilk ve sonraki içkiler de bedava

17 Ocak 2017 Salı

KARALAMALAR-2

19.3.2015
İstiklal Caddesi

Bir süre sonra insanlar pek de umurunda olmuyor. Kimseyi değiştirmeye çalışmıyorsun, ne düşündüklerini, ne yaptıklarını umursamıyorsun. Yorulunca kendi kabuğuna çekilip küçük dünyanda tek başına kalabilmeyi beceriyorsun. Anın mutluluğunu yaşayıp derin hüzünleri tek başına atlatmayı öğrendiğin zaman kimseye ihtiyacın da kalmıyor. Kimileri buna yalnızlık diyebilir ben ise huzur diyorum. 
Sadeleşmek , hayatı sadeleştirmek ve bu sadeleşme içinde büyütmek... 
Bunca karmaşa, tüketim dürtüsü, kaos arasına sıkışmış basit ama tatmin edici hayatı ortaya çıkarmak bütün mesele. Hedefleri de basit seçerek büyük şeyler başarmak aslında hayatın gerçek anlamı. Hayatımızı oluşturan en temel en küçük unsurlarla bir bütün olabilmek ve bu küçük hedefleri gerçekleştirerek hayatı büyütmek  başarı .
Bizden sevmemiz, peşinde koşmamız söylenen şeylerin değil gerçekten varoluş sebeplerimiz için çabalamak, onlar için yaşamak mutlu olmanın temel anahtarı. 
Doğanın kokusunu alabilmek, bir ağaç gölgesinde serinlemek, aynı yağmurdan bir fare ile aynı korunma duygusu ile kaçabilmek, bir kediye, bir köpeğe sarılabilmek, onların sıcaklığını nefesini hissedebilmek, yeni sulanmış çimen kokusu ile güne başlayabilmek, çıplak ayakla toprağa basıp o eşsiz kucaklamayı yaşamak. 
Güneş yağlarını, gürültülü plaj müziklerini, pahalı mayoları, akşamüstü partilerini gözardı edip kendini sadece o suyun her yanını kucaklayan serinliğine bırakabilmek. Yüzünü güneşe dönüp o sıcaklığın seni öpmesine izin vermek. 
Bu kurgulanmış ve seni robotlaştıran düzenden kurtulmak, seni sadece tüketmeye yönelten bu yapay yaşamdan sıyrılmak, Giysilerin lime lime olana kadar giymeye devam etmek. 
Sana ait her giysinin, her eşyanın bir hikayesi olmalı. Geri kalanlar değersiz, boşa harcanmış para demek. 
 Sevdiğin kadınla ilk buluşmada giydiğin bir gömlek mesela, çok sevdiğin birinin cenazesinde üzerinde bulunan pantolon. Bir hikayesi, anlamı olmayan hiçbir şeyin hayatımızda da yeri olmamalı. Öyle hikayeleri olmalı ki gün gelip de kullanılamaz hale geldiklerinde de bir çöplüğe atılamayacak kadar kıymetli olmalı ve saygı görmeli o eşyalar. Belki kendi eşya kabristanımız olmalı, o hikayeleri hatırlamalı veya üşenmeyip yazmalı her eşyanın hikayesini. gittiklerinde unutulmamaları için. Onlar yaşadıklarımızın en yakın tanıkları çünkü, her biri bizim sırdaşımız. Aynı zamanda hayatımızın kayıt cihazı. Hangisine baksak hayatımızın belli bir kesiti ile iglili çok şey anlatır bize ama sadece bize. Başka kimseye değil. 
Bu satırları yazdığım deftere bakıyorum. Benimle o kadar uzun bir hayat yolculuğu yaptı ki. Dünyanın bir sürü yerine, hayatımın inişlerine , çıkışlarına. Buna basit bir defter olarak bakamam. Sayfaları dolduğu zaman onu bir köşeye atamam. Her bir sayfasındaki satırlarda kullanılan kalemin , mürekkebin bile bende hikayesi var. 
Annemin cenazesinde giydiğim gömleği bir daha giyermiyim bilmiyorum ama bu , onun dolabımın en özel köşesinde asılı durmasına engel değil. O gömlek benim annemle vedalaşma tanığım, o derin acının paydaşı, sırdaşı. 
Birgün oturup tüm eşyalarıma hikayelerini anlattırmak istiyorum. Benim kağıdım kalemim aracılığı ile. Uzun uzun ve hiçbir şeyi atlamadan. Belki Zippo çakmağım mavi tişörtümle kavga edecek hangisinin daha güzel şeylere tanıklık ettiği konusunda, belki iyice eskimiş spor ayakkabım gri kazağıma hayatımın en karanlık günlerinde yanımda sadece kendisinin olduğunu söyleyecek, ekoseli kaşkolum o gün öyle konuşmamam gerektiğini, bej paltom ise o cumartesi gecesi çok içtiğimi söyleyecek. 

Hepsini dinleyeceğim, sözlerini kesmeden, yorulmadan , uyumadan.... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder