Hoşgeldiniz... Damsız girilebilir, ilk ve sonraki içkiler de bedava

6 Nisan 2011 Çarşamba

İlişkinin En Güzel Dönemi Hangisidir?

Her ilişkinin bir giriş gelişme ve bir şekilde sonuç bölümü vardır.Sonuç illa sona ermek anlamında olmayabilir, çoluk çombalak sahibi olmak da bir sonuç, ilişkinin boyut değiştirmesidir. 

Peki bir ilişkinin en güzel evresi hangi kısmıdır? Elbette "One Night Stand" bir ilişkiden bahsetmiyoruz. O ilişkinin tek evresi vardır ve en güzel evresi de odur ki kazasız belasız bir bir yatak bulunup, bir arıza çıkmadan elbiselerin fora edildiği andır. 

Benim bahsettiğim daha duygusal ya da uzun soluklu bir ilişki. 

İlk elini tuttuğun zaman mıdır? İlk öptüğün? İlk Seviştiğin? 

Bana göre en güzel ve en uzun sürmesini istediğim bölüm ilk elektriklenme anıdır. Herşey muallaktır, bir ışık alırsın ama çok da emin olamazsın. Ufak ipuçları ararsın, yakalarsan mutlu olursun, tersinde için burkulur. Biraz kişiselleşmeye başladıkça heyecan da artar. Hatta mesajlaşma, yazışmalar başlayınca bu heyecan tavan yapar. Her kelimede bir kişisellik bir işaret ararsın. Bazen olmayan işaretten havaya girip bazen gerçek işareti kaçırırsın. 

Gözünü telefondan alamazsın, cevabından korktuğun soruları sormaya çekinirsin, cevaplamaktan kokrtuğun sorular sorulmasın istersin. 

Kıllanma evresi de bu evredir. başkalarına da aynı mı davranıyor? ben farklımıyım? sorgulaması başlar. Farklı olduğuna inanmaya başladığında içindeki alev de artar. iyiden iyiye kişiselleşme başlayınca bu alev hiç sönmeyen bir şömine gibi içini ısıtır. 

İşte en güzel en doyumsuz evre burasıdır ki birçoğumuz sabırsız olduğumuz için bu evrenin keyfini süremeden, kıymetini bilemeden , bir an evvel sonuca gitmek için tüketir yaşanması gerektiği kadar yaşamayız bu canımm süreci. 

Aslında düşününce çok da sık karşılaştığımız bir durum değildir. Bulunca doya doya , olması gerektiği kadar yaşamak lazım..... 

5 Nisan 2011 Salı

Ben Bir Selülozkolik'im...

Ben tipik bir Oğlak Burcuyum. Bir sürü şeye heves eden, hiçbirini tam yapmadan sıkılıp bırakanlardan yani. Hayatım boyunca birbiri ile alakasız o kadar çok şeye merakım oldu ki ... 

Bir de bu merak sardığım şeyler ile ilgili alışveriş yapmak en büyük keyfim ve tabiiki bu alışveriş öncesi araştırması. 

Bir dönem Ahşap Oymaya merak sardım. Hani duyan da o zamana kadar resim, heykel herşeyi halletmiş bir de ahşap oymacılığı kalmış sanır. Alakası yok ortaokuldayken resim dersim zayıf geldiği için takdiri kaçırmıştım o denli bir yeteneksizim yani. Ama olsun araştırdım ve en iyi skarpela takımlarının Romanya'da olduğunu öğrenip oradan 3 takım skarpela getirttim. Yine uzun araştırmalardan sonra en uygun ağacın ıhlamur ağacı olduğunu öğrenip neyse ki nispeten daha yakından Gölcük'ten ıhlamur ağacı buldurdum. Sonradan öğrendim ki bu işin sanatçıları bile ıhlamur ağacı zor bulunuyor diye alternatif ağaçlarla çalışıyormuş. Tüm bu hazırlıklar bittikten sonra içimdeki sanatçıyı keşfetmemi sağlayacak çalışmalarıma başladım. Üçüncü denemeden sonra bu konuda bırak yeteneği en ufak bir ümit ışığı bile olmadığını farkedip bıraktım. 

Bundan önce bir de müzsiyenlik merakı başlamıştı. Ben de yine Oğlak sabırsızlığı ile nispeten öğrenmesi en kolay enstrüman olarak gördüğüm  klavyeye merak sarıp o dönemin en iyi iki cihazı olan Korg M1 ve Roland D70 in ikisini birden aldım. Tabiiki yapacağım muhteşem besteleri düzenlemek için Cubase programı da. Küçük bir eksiğim kalmştı ; Nota Bilmemek... ama olsun öğrenirdim. Sabahlara kadar süren çalışmalardan sonra en azından Armonileri ve dizilişlerini öğrendim, bunun bir düzenleme yapmaya yeterli olmadığını da.. Neyse bir grup kurup bir barda çalışmaya da başladık. Havaya girmiştik müdavim bir dinleyicimiz vardı çaldığımız her akşam bar doluydu. Neden sonra o müdavim kadronun bize "Selamsız Bandosu" ismini taktığını öğrendiğimde içimdeki müzisyen de ölmüştü.. 

Fotograf, maketçilik, Karakalem ve burada sayamadığım daha nice başarısızlıkla sonuçlanan denemeler. Bunlar arasında bir Tenis ve bir Dalış kalıcı hobilerim oldu. 

Ama çocukluğumdan beri asla vazgeçemediğim tutkum selüloz olmuştur. Defter, kalem hatta tüm kırtasiye ürnlerine anlatılamaz bir tutkum vardır. Caddede Nezih'de veya İstiklal Panel Kırtasiyede saatlerce sıkılmadan kalabilirim. 

Defterlere özellikle deli bir bağım vardır ve Türkiye'ye gelmeye başladığından beri Moleskine defterler gerçek bir hastalığım. Arabada, evde tüm odalarda mutlaka bulundururum. Çantamda konulara göre ayrılmış 3 tane taşırım ve yine evde yedek 4 Moleskine defter yoksa 3.Dünya savaşı çıkmış da un stoğu yapamamış veya depremde donla sokağa fırlamış gibi hissederim kendimi. Moleskine dışında onlarca defter bir yerlerde durur. Yine oldum olası dolma kalem kullanırım. O kalemin kağıt üzerindeki hışırtısı bende gerçek bir orgazm hissi uyandırır. Blog falan tamam da yazmanın keyfi başka yerde yoktur hele klavye asla bir Mont Blanc kalemin yerini tutamaz. 

Bu selüloz hastalığı kitaplar için de geçerli. yanlışlıkla birine bir kitap verdiysem 3. gün tacize başlarım bitmedi mi diye.  Bu CD lerim içinde geçerli ama I Pod a tüm kolleksiyonu attığımdan beri o kadar da takıntılı değilim o konuda. Hiç vermiyorum problem olmuyor. 

şimdi gece gece bunu niye yazdım derseniz, hani olur da karşılaşırız "aa ne güzel defter benim olsun mu?" falan demeyin ağır küfrederim... 


4 Nisan 2011 Pazartesi

Biz Ateş Böceğimiyiz?

Ateş Böceklerinin çok enteresan bir üreme hayatı vardır. Hayatları boyunca tek eş seçerler ve onunla çiftleşip ölürler. Hani çift cinsiyetli Deniz Atları için çift cinsiyetli olmaları sebebi ile ve her yola gelebilmelerinden dolayı şanslı diyebileceksek bu garip böcekler de tam bahtsız bir bünye. Düşünebiliyormusunuz garibimin şansı yok hasbelkader frijit falan bir partner seçse siki tuttu, tatmin olamadığına mı yansın, öleceğine mi yansın, neye yansın?. Muhtemelen bu kötü seçilmiş partnerle çiftleştikten sonraki son sözü "Hassiktir!" olacaktır. 

Benim müzisyen bir arkadaşım da bu ucube durumdan vazife çıkartıp "Ateş Böceği" diye bir beste yapmıştı hatta eşi de çıkardığı CDsinde söylemişti. melodik olarak güzel parçaydı da Allah'ın Ateş Böceği'nden uğruna ölünen bir aşk hikayesi çıkarmak da  bana biraz tuhaf gelmişti. Unutmadıysam sözleri şöyle bir şeydi; "Biliyor ölecek, aşkı uğruna, aşkı uğruna,Ateş Böceği" . Sen bir de bunu ona sorsana bakalım memnun mu durumdan yoksa "Sikerim böyle aşkın ızdırabını " mı diyecek? 

Zaman zaman düşünürüm ya lan ben de Ateş Böceği olsaydım?? Hakikaten çok bozulurdum. Tabii merak ettiğim başka şeyler de yok değil, mesela dışarı boşalırsa da ölüyor mu? ya da sürttürme olayı var mı? mastürbasyon yapınca da ölüyor mu? ya da mesela Anal ilişki var mı? Bunu yapıp ölürse arkasından "Bok yoluna gitti garibim" deniyor mu? 

Aslında konu tabiiki Ateş Böceği değil. Günümüz insanının şu sadakat, tek eşlilik takıntısı. Bana kalırsa bu konuda kendini hiç kasmaya gerek yok. Tek Eşlilik insan yaradılışına, doğasına aykırı bir kere. Ben kimsenin canı gönülden tek eşli olduğuna inanmıyorum. Ya bulamıyor da yapamıyordur, ya çok tırsaktır ya da başka bir sebebi vardır ama bu sebep asla "Abi ben tek eşliliğe inanıyorum" masalı olamaz. 

Mesela hangi erkek hayatının aşkı ile beraberken bile yolda gördüğü enfes bir memeye ya da mini etek altındaki sütun gibi bir bacağa kitlenmemiştir? Ya da hangi  kız gördüğü taş gibi bir çocuğa bakıp da "Acaba nasıldır lan bunla yatmak?" diye düşünemiştir?. Bence aklından geçirmekle yapmak arasında çok da bir fark yok. Tek eşlilik diye birşey olsaydı mesela Tek Eşli bir adamın porno seyrederken sikinin kalkmaması gerekirdi. 

Ben inanmadığım gibi beraber olduğum kişilerin de bu anlamdaki söylemlerine hiçbir zaman inanmadım. En azından kendimi biliyorum, en büyük aşk acısında teselliyi karşıma ilk çıkanla yatmakta bulan birisi olarak nasıl bekleyebilirim ki bunu? 

Etrafımda da bir sürü örneğini gördüm, erkek arkadaşına kızıp onun en yakın arkadaşı ile yatandan tut da , vallahi aldatmak değil sadece meraktan yattım diyene kadar. İnanmayacaksınız ama Oral Sex yaptırınca karısını aldatmış sayılmayacağını düşünen mallar bile vardı. 

Velhasıl, öyle ya da böyle herkesin hayat merkezinde cinsellik varken ve zaten aktif olarak yapabildiğimiz kısıtlı sürede kendimizi kasmadan çeşitlenmek lazım derim nacizane. Hem bazı şeyler bol tekrar ve tecrübe ile şekillenir . (Tamam bunu Tenis Hocam söylemişti zamanında ama bu durum için de geçerli bence) 

Uyanın lan Ateş Böceği değiliz biz sevişince ölmüyoruz... İlla bir Ateş Böceğinin dile gelip türünüzün kıymetini bilin lan beyinsizler demesini mi bekliyoruz..... 

2 Nisan 2011 Cumartesi

İlişki Deyip Geçme...

Sosyal Medya denen platform, çok büyük çoğunlukla ilişkilerle beslenen bir yapı. Eski sevgililer,yeni sevgililer,müstakbel sevgililer, eski orospu çocuğu sevgililer, yeni sevgililerin gelecekte devamlılık kazanacak şimdiki , dönemsel orospu çocuklukları, müstakbel sevgiliyi kapan orospular ve burada sıralayamayacağımız kadar uzun ve karmaşık bir kombinasyon listesi. 

Bu kesimin dışında kalan bir de " Ben dünyayı çok önemsiyorum, bunlar ne ki? daha ciddi işlerle uğraşalım" tipleri var. Bunlara göre yukarıdaki muhabbetler ergenlere özgü magazinel bir suni gündem. Afrika'da açlar, Dağlarda Kürtler, Japonya'da Tsunamizedeler, öldürülen kadınlar, çocuklar, hayvancıklar varken bunlardan bahsetmek ya a-politiklik ya da şımarıklık. 

Gerçekten öyle mi? Bu ilişki denen ve birçoğunca bu denli önemsenen, zaman zaman yataklara düşürüp, zaman zaman kendini arabesk işkencelere boğan, bulutların üzerinde uçuran ama yerin yedi kat altında magma sıcaklığında yakan ilişkiler gerçek dünyadan bu kadar kopuk mu? 

Bence hiç değil... 

Bu entellektüel kelebekler dahil olmak üzere herkesin hayat görüşünü şekillendiren en önemli temel,  yaşadıkları veya yaşamak isteyip de yaşayamadıkları ilişkiler olmuştur. Onlara sorarsan okuyup hatmettikleri binlerce kitap , izledikleri açık otorumlar, katıldıkları gösteriler, biber gazları,polis copları falan bir sürü hikaye anlatacakladır ama dön dolaş işin temelinde iki bacak arasından başka da bir şey yoktur. Ortasından sallanan bir şey olsun olmasın, kız erkek herkes için durum budur.. 

Ben bugüne kadar gördüğüm kendi cinslerimden örnek vermem gerekirse; Kızın Abisi falanca derneğe, görüşe yakındır hemen yalakalık için o tarafa yanaşır, yanaşmak yetmez iki kelime konuşabilmek için de bir şeyler bilmek lazım okur, kız hayvanseverdir, bizimki hayvan barınaklarından çıkmaz, kız çevrecidir , bizimkini bıraksan bütün ülkenin pillerini, pet şişelerini toplayacak, kız Devrimcidir, bizimkinin elinde Cumhuriyet gazetesi, dudağının üzerinde bıyık Kardeş Türküler dinliyordur. Tüm bunlara ayak uydurmak için de illa bu dnyalar ile ilgili birşeyler öğrenmesi, bir kaç süslü laf edebilecek kadar konulara hakim olması gerekir. 

Bunlar başlangıçta çok avam ve basit gelebilir ama bu aşamadan sonra bazıları o gazla okudukları şeylerden, bulundukları ortamdan gerçek anlamda etkilenmeye başlar ve bir süre sonra gerçekten de benimseyip bir süre sonra ilişkilerden bahsedenler ile taşak geçmeye başlarlar. E ulan sen, mahallenin aşık olduğun kızı postal ve kot pantolon ile geziyor diye bütün Lacoste, Guccileri yer bezi yapıp kendine yeni gardrop dizmedin mi? Serdar ortaç ile eller havayadan, Rock Müziğe yatay geçiş yapıp şarkı adları, toplulukları ezberliyeceğim diye kulağının anasını sikmedin mi? Bu dönemden geçtin ha sonra bu dönemi sevip orada kalmış olabilirsin ama geçtin . ..

Benim mesela bir kısım hemcinsim de olayı daha değişik ele alır. Yakışıklıdır , hoştur ama asosyaldir. Bir kıza nasıl davranması gerektiğini bilmez, nasıl konuşacağını bilmez, muhtemelen bir kızla beraber olacak olsa kızın eli sütyenine gittiğinde bizimki boşalmıştır bile. İşte entel duruş bir de bu tiplerin en büyük kozudur. "Ben böyle şeyleri hiç siklemem dünyanın amına koymakla meşgulum " duruşudur bu. Büyük laflar etmeye, kendilerini kasmaya bayılırlar. Abazalıktan geberirler ama sex dünyanın en basit şeyiymiş gibi davranırlar. Mesela entel meyhanelerde falan bunlardan çok vardır. Hasbelkader bu tavırlardan etkilenen hatunlara köpek muamelesi çekip, zehir gibi tiplere iki karışık politik nutukla kör cahil muamelesi yapmak da bunların vazgeçilmez tavırlarıdır. Muhabbet mutlaka ilişki denen şeyin emperyalist düzenin bir dayatması olduğuna , cinselliğin de geri kalmış toplumların tabusu olduğuna gelir ve iki üç duble ile kayan ağızlar ile ama mutlaka umursamaz bir tavırla  "Hadi madem yapacak bişeyimiz yok biz de gidip sevişelim bari" konumuna gelirler. 

Bunlara kapılanların da günün sonunda kazancı , daha önce ilgilenmedikleri konularla, o gördükleri cahil muamelesinde yırtmak için ilgilenmek zorunda kalmalarıdır ki bu da kişiinin dünya görüşüne ciddi anlamda katkıda bulunur. Günün sonunda ortamın dandikliğinin farkına varmış olsa bile elinde alternatif ve kimi yönleri ile benimsenebilecek bir dünya görüşü kalmıştır. 

Her zaman bu kadar karmaşık olmayabilir. Fenerbahçe'li bir adama aşık olan kız da hayatta en nefret ettiği şey futbol iken sırf sevgilisinin muhtemel ruh halini tahmin etmek için , aynı adamın hayatını, çevresindeki arkadaşlarını oluşturan Fenerbahçe'lilik olgusuna Fransız kalmamak için maçları takip etmeye, kimin lider olduğuna, hangi orospu çocuğu hakemin hangi maçta hangi penaltıyı vermediğine kafa yormaya başlarlar. Hatta daha ileri gidip ofsaytı öğrenenler bile olmuştur. Ama günün sonunda ülkenin ciddi bir çoğunluğunu ilgilendiren ve her daim ilgilendirecek bir konuda fikir sahibi olmuşlardır artık. Bunca büyük bir ekonominin döndüğü, tüm markaların neresinden bulaşsak acaba dediği bu dünyadan haberdar olmak kötü bir şey mi? 

Demem o ki siz bakmayın entel,dantellerin, sofuların, aklı gidiklerin ilişki olayını bu kadar sikine takmaz hallerine. Bal gibi de takıyorlar çünkü aslında hepsinin kökeninde bu var.. 

O yüzden ilişki önemli şeydir, insana dünya görüşü kazandırır.... 

Önemseyin, önemsemeyenleri uyarın..... 

24 Mart 2011 Perşembe

Gerçek Fenomen Tafo

Oldum olası kendimi hep şanslı hissetmişimdir. Zira ne kadar tuhaf,arıza, sıradışı insan varsa gelir beni bulur ve mutlaka yakın çevremde olur. Bu size bahşedilmiş bir nimettir, her an olağanüstü bir şeyle karşılaşma imkanı ve "yok lan bundan ötesi olmaz" dediğiniz noktanın daha ötesi olduğunu öğrenme fırsatıdır.

Bu tipler en azından benim için her yerdedir. Tribünde, işyerinde, komşu, akraba. Yetenekli bir adam olsam bunları harmanlar mükemmel bir kitap yazar hatta dizi haline getirip bayağı bir yer edinirdim alemlerde. Ama ben sadece bunları izleyip eğlenmekle yetiniyorum.

İşte bu tiplerden birisi bizim Tafo. Tafo bizim şirketin Office Boy'u. Geriden baktığında bana göre hemen her kızı kendisine hayran bırakabilecek yakışıklılıkta, sürekli gülümseyen yüzüyle yakışıklılığını tamamlayan, bulunduğu imkanlara göre trendy sayılabilecek bir giyim tarzına sahip müstesna şahsiyet. Ama hepsi de bu... O bahsettiğim, bunu beğenen kızlar muhtemelen üçüncü cümlesinde en yakın ülkeden siyasal sığınma hakkı ister. Çünkü Tafo bildiğin bir aptaldır. Hani bazı filmlerin, dizilerin abartılmış aptal karakterleri vardır ya bu onlardan da aptal.

Ama Tafo, bu aptallığı insanı rahatszı etmeyecek şekilde de sevimli bir heriftir. Şeytan Tüyü derler ya öyle bir çekimi vardır bizim Tafo'nun..

Tafo, eski filmlerden fırlamış bir sinema karakteri gibi. Hayatının bütün amacını kısa yoldan para kazanmak üstüne kurmuş durumda ve bu kısa yol da İddia ve At Yarışı. Cebindeki tüm parayı kuponlara yatırdığı yetmiyormuş gibi binbir yalanla etrafındaki herkesi çarpıp o paraları da İddia bayilerine yatıran bir modern zaman dolandırıcısı ama çok küçük ve zararsız olanı ve tabiiki kendini çok uyanık zannederken tüm aptallığını sergileyeni. Oynadığı kuponlar da genelde 3TL ye 500TL kazanmak gibi olağanüstü bahislere dayalı olduğu için de en ufak bir başarısı yoktur bizimkinin.

Şirkette en eğlenceli anlar Tafo'ya imtihan yapılan anlardır. Mesela Türkiye'nin bölgelerini say dersiniz, Tafo , "Marmara Bölgesi, Çanakkale Boğazı, İzmir ,Ankara" şeklinde devam eder. Ya da üç tane Padişah say dersiniz " Namık Kemal, Aziz Nesin,Mustafa Kemal Atatürk" cevabını alırsınız. Ama Romanya 2.Liginden 11 takım say deyin nefes almadan sayabilir.

Tafo'nun o kadar çok bombası var ki sayfalara sığmaz. Hemen aklıma gelen bir tanesi;

Patron'u bir gün boğazda misafirleri ile rakı içerken Tafo'yu çağırtıyot ve "Tafo git bize Saray'dan tatlı al gel " diyor. Tafo tamam deyip kayboluyor ve kayboluş o kayboluş. Bekle bekle Tafo yok. Neden sonra Patron'un telefonu çalıyor ve Tafo nefes nefese "Abi burda tatlı yokmuş" diyor. Patron " Ne diyosun lan sen nasıl tatlı olmaz Saray'da , sen ver bakim ordaki adamı " diyor. Adam şaşkın bir sesle telefonu alıyor, Patron " Kardeşim niye vermiyorsunuz tatlı manyakmısınız siz!" diye adamı paralıyor, karşıdaki adam biraz şaşkın, biraz korkmuş, biraz  tedirgin " İyi de beyefendi burası Beylerbeyi Sarayı, tatlıyı nerden bulalım " der. Bizim mal Tafo Saray deyince Beylerbeyi Sarayına gitmiş anlayacağınız.

Şirkete her yeni giren mutlaka Tafozade olur. Daha uyarmaya fırsat kalmadan ya bir doktor işi, ya son günü olan bir elektrik faturası hikayesi ile Tafo tarafından çarpılır. Şirket çalışanları arasında her hafta yapılan halı saha maçları Tafo Halı saha parasını İddiaya yatırıp Halı Sahanın parasını ödemediği için bir daha başlamamak üzere son bulmuştur.

Tafo hiçbir aybaşı maaş alamaz zira zaten 2-3 ay öndedir ama şirketin, Patron'dan sonraki ilk elemanı olması nedeniyle her zaman bir ayrıcalığı vardır.

Fakat öte yandan şirketin çok büyük paralarını büyük bir güvenle taşır ve halletmeyeceği iş yoktur. Ha nasıl yapıyorsa bankaların güvenlik görevlilerinin kredi kartlarını kullanıp şirkete kadar gelmelerine neden olmasını saymazsak.

Olağanüstü araba kullanır, akşam trafiğinde Tekstilkent-Mecidiyeköy-Seyrantepe üçgenindeki işleri toplam 40 dakikada halleder.  Ama yanında oturursanız ateist bile olsanız arabadan iner inmez hacca gitmek için yemin edersiniz.

Ben severim Tafo'yu. En azından etrafımda olması hoşuma gidiyor. Zaman zaman bilerek beni de çarpmasına izin veriyorum, zaman zaman gerek bırakmadan bir vesile ile kupon parasını veriyorum. Sanırım onda en sevdiğim şey kendini çok uyanık zanettiği anlardaki gözünde beliren parıltı. Dedikleri gibi paha biçilemez....

7 Şubat 2011 Pazartesi

Depresyon Seviyoruz

Etrafıma bakıyorum, erkekler,kızlar yaşlısı, genci biz genel olarak depresyonda olmayı seven bir milletiz.  Bununla besleniyoruz, bununla yaşıyoruz, arkadaşlarımızla bunu paylaşıyoruz, hayatımıza yeni giren sosyal medya bununla besleniyor.

Depresyona girmek için bir neden yoksa bile neden yaratıyoruz, dinlediğimizden müzikten , okuduğumuz kitaba kadar, gittiğimiz sinema filminden yolda gördüğümüz çiçeğe kadar her obje bizim için bir depresyon tetikleyicisi olabiliyor.

Hasbelkader dünyaya daha iyimser bakan birini gördüğümüz zaman "Sevgi Kelebeği" diye nitelendirip onu yadırgayabiliyoruz.  Onları garipseyip istisna gibi görebiliyoruz.

Özellikle teenage lerimizin birbirine telefonu genelde " Ayghh çok fenayım " diye başlıyor. Devamında da sevgilisi genelde günde 45 mesaj atarken o gün 44 mesaj atmıştır veya o gün aslında sevdiğini bildiği eflatun t-shirt u giymemiştir boktanlığında problemler çıkıyor.

Bir de bu depresyon paylaştıkça güzelleşen bir şey. Kimse kendi depresyonunu kendi halinde yaşamıyor. Ulan gerçekten depresyondaysan otur odanda zıbarıp uyuyacakmısın? ağlayacakmısın? ne yapacaksan yap. Yok illa birilerini de oyunun içine çekmek şart. Hiçbir şey yapamıyorsan Facebook'a bunalım bir parça post et ve yorum kısmına da " sikeyim böyle aşkın ızdırabını" tadında bir şeyler yaz. Üç tane Like This onbeş tane yorum al. Like This yapmayan ya da yorum yazmanayan arkadaşlarınla ilgili yeni bir depresyon konusu daha edin ve onu yedekte tut. Ya da üç beş tane acılı twit atıp destek mentionları bekle.

Dedim ya paylaştıkça güzel bu depresyon. Mesela depresyondaki bir arkadaşının yanında mısın, sakın ha sakın " A valla benim hiç öyle dertlerim yok her şey güllük gülistanlık " modunda olma. Bir veya iki sonraki depresyonun konusu olursun. Burada doğru tavır " ahh ahh bak bana da hatırlattın şimdi amına kyim hepsinin" moduna girmek hatta mümkünse depresyondaki arkadaşının depresyon seviyesini aşmaktır. Bir depresyon yancısının mutlaka bilmesi gereken temel kural budur. Depresyonlu arkadaşının yanında mutlu gözükme !

Yine yapılabilecek en temel hatalardan biri de " Ulan bunlar da dert mi? millet karnını doyurma, çocuklarını büyütme, hastalarını iyileştirme derdinde sen nelere dertleniyorsun? " içerikli entellektüel yaklaşımlardır. Duygusuz, Anlayışsız damgası yemen on saniye sürmez.



Yine iyi bir depresyon yancısı asla olayı tedavi yönüne gitmez. Tam tersine sokulan bıçağı çevireceksin. Mesela sevgilisinden ayrıldığı için mi depresyonda; Hemen onu başka biri ile gördüğünü yetiştireceksin. Ama bunu bir dedikodu gibi değil de hesapta teselli ediyormuş gibi " Zaten o orospu çocuğu sana layık değildi" anlamı yükleyerek yapacaksın.

Velhasıl herkesin bu konuda kendisini eğitmesi geliştirmesi lazım. Hem ottan boktan konulardan depresyona girme hem de iyi bir depresyon yancısı olabilme konusunda.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Yeni Yıl Kararlarım !!!

Yeni Yıl'ın yaklaşması ile birlikte en sık karşılaşılan aktivite herkesin bir köşeye çekilip gelen yılla birlikte neleri yapıp neleri yapmayacaklarını büyük bir motivasyon ile yazmasıdır herhalde. Hatta çoğunlukla bunun için yeni bir defter alınır, en güzel yazan kalemle özene bezene o maddeler sıralanır. Klişe maddeler vardır mesela, kilo verme, sigarayı bırakma, günlük tutma ,iş değiştirme vs. Sonra daha kişisel olanlar gelir, herkes kendini daima çevresi tarafından çok kırılan ve kullanılan bir şahsiyet olarak gördüğü için genelde buna yönelik maddeler yer alır. "Artık ben de daha çok kendimi düşüneceğim, kimse için üzülmeyeceğim " tadında şeyler. Ve yine en sık rastlanan davranış da en fazla bir hafta sonra, bu yeni yıl kararlarının da ,yazıldığı defterin de unutulup gitmesi olur.

Ben bugüne kadar hiç Yeni Yıl kararı yazmadım, yazmadım çünkü hayatım boyunca aldığım bir kararı netlikle uygulayabilmiş olma başarım yok. ama 2011 yılı ile birlikte kendimde karar uygulama konusunda büyük bir motivasyon hissediyorum ve bu sene kararlarımı yazacağım ve titizlikle uygulayacağım.

Buyrun;

İçkiyi azaltacağım. Daha doğrusu aynı akşamda içtiğim içki çeşidini azaltacağım. Aynı akşamda aynı içkiye devam edeceğim, daha  istikrarlı olacağım.

İçki içeceğim zaman telefonumu arabada bırakacağım, istem dışı arama ve mesajlara engel olacağım. Çevreye karşı duyarlı olma konusuna önem vereceğim.

Eski arkadaşlarımı daha çok arayacağım, eski samimiyeti yeniden yaratacağım. İnsanın canı sevişmek istediğinde o anda herkes müsait olamayabiliyor, seçenekleri artırmak lazım. Vefalı olma konusuna önem vereceğim.

Aileme daha çok vakit ayıracağım. Sadece para bittiğinde aramak ayıp olmaya başladı. Hayırlı evlat olmak lazım her zaman.

Zamana ve teknolojik gelişmelere ayak uydurmak için daha çok çaba sarfedeceğim. Millet Facebook'dan SiberAlem'den dünyaları götürüyor bizde tık yok. Çağın gelişmelerine ayak uydurmak  lazım.

Edebi yönümü daha çok geliştireceğim. Daha çok kitap okuyacağım. Özellikle 140 karakterde insan etkileme sanatı konusunda kendimi çok geliştirip fenomen olacağım. Sonra gelsin karılar kızlar. Okumayan toplum geri kalmaya mahkumdur.

Sigarayı bırakmaya çalışmayacağım gibi aklımdan bile geçirmeyeceğim. Onca stres arasında yeni bir tane yaratmaya gerek yok.

Telefon defterimi düzenleyeceğim. Erkek adı ile kaydettiğim kızları ayırıp daha kolay anlaşılır hale getireceğim. İletişim herşeydir.

 Bu sene ile birlikte yeni yıl kararları yazmayı bırakacağım. Yazdıkça batıyorum... Nokta.