VİCDAN
Hayatında
, Sefiller’i veya herhangi bir romanını okumamış olsa bile hemen herkes Victor
Hugo’nun , “ Vicdan insanın içindeki
Tanrı’dır “ sözünü duymuş veya bir yerlerde birden çok kez karşılaşmıştır.
Vicdan,
en basit tanımı ile beyin ile kalbin birlikte doğru yolu bulmasıdır. İyiyi,
doğruyu bulmamızda bize yol gösterecek en önemli kılavuzdur. İnsanı bir kez
daha düşünmeye sevk eden, Kendisi ile
hesaplaştırabilen en büyük erdemdir.
Hugo
, bu sözü bugünleri öngörerek mi söyledi bilinmez ama bilinen bir gerçek varsa
hem dünyanın hem de güzel ülkemizin son dönemlerde en çok eksikliğini
hissettiği duygu da vicdanlı olmak duygusu.
Vicdanlı
olmak sadece insanlara karşı değil, doğaya, ağaçlara, çiçeklere, hayvanlara ,
kısaca, yaşadığımız yeryüzünü paylaştığımız her
bir parçaya karşı duyarlı olabilmeyi gerektirir.
İnsan
ırkını dünya üzerinde yaşayan canlılardan sadece bir tanesi olarak ele alırsak
da vicdanlı olma konusunda tek kusurlu tür olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu
yüzdendir ki onbeş milyar yıldır var olan bu gezegene geleli sadece doksan bin
yıl olmasına rağmen bu kadar hasar verebilmiş bir türdür insanoğlu.
Onbeş
milyar yılda oluşan ormanları, denizleri, bitki örtüsünü, onların ev sahipliği
yaptığı canlı hayatını hatta havayı bu kadar kısacık sürede geri dönülemez
ölçüde yok edebilmiştir.
Bu
kadar duyarsız olduğu için dünya genelinde her yıl onüç milyon hektar orman
arazisi yok olmaktadır. O yüzdendir ki milyarlarca yılda oluşan kıta buzulu son
kırk yılda %40 incelmiş, Haiti ormanlarının sadece %2 si kalmıştır.
O
yüzdendir ki bugün her dört memeli türünden biri, her sekiz kuş türünden biri,
her üç anfibi türünden biri yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
İnsan
ırkı dışında beslenme ihtiyacından çok daha fazla canlı öldüren bir ırk daha
yoktur. Endüstriyel hayvancılık adı altında milyonlarca büyükbaş, koyun, keçi,
Müslüman olmayan ülkelerde domuz, hayatlarının tamamını sadece vücutları kadar
bir alanda , gün ışığı görmeden, temel fiziksel ihtiyaçlarının hiçbirisini
gideremeden , tamamen etik dışı yöntemlerle kesilmeyi bekleyerek
geçirmektedir. Kanatlı türünün
katlanmakta olduğu işkence bundan az değildir. İhtiyacın çok ötesinde bir
kapasite ile endüstriyel hayvancılık yapılırken dünyanın çok ciddi miktarda bir
nüfusu ise açlık sorunu yaşamaktadır.
Doğa
, tüm canlılara eşit imkanlar sunarken bu adaletsiz tavır ancak vicdan
eksikliği ile açıklanabilir.
İnsandan
başka hiç bir tür, başka bir canlıyı ihtiyacı dışında öldürmezken sadece insan
ırkı bunu yapıp bir de buna spor diyebilmektedir. Oysa biz dünyayı tüm bu canlılarla eşit
haklarda paylaşıyoruz. Hiçbir canlı türü diğerine göre ayrıcalıklı değil. Hayvan olarak genellediğimiz, bizim
dışımızdaki hiçbir canlı türünde bu davranışları göremeyiz. Doğanın düzeni
gereği acıktığı zaman avlanır, veya av olur ama sadece ihtiyacı kadar. Fazlası
değil.
Vicdanımızdan
o kadar çok uzaklaşmışız ki birazcık toplum düzenine geçtiğimiz zamandan beri
savaşmak için neden bulmuşuz. Milyonlarca ırkdaşımızı bu savaşlarda
öldürebilmişiz.
Dünya
tarihinde bugüne kadar vicdanın egemen olmadığı kararlar, davranışlar , vicdan
odaklılara oranla kıyaslanamaz ölçüde fazla olmuştur.
Günümüze
ülkemize gelirsek;
Biz
de her geçen gün toplumun geneline sirayet eden vicdan eksikliğini daha çok
hissetmiyor muyuz?
Gün
geçmiyor ki ormanlık br arazinin, bir doğa harikasının imara açıldığını
öğrenmeyelim,
Doğa
harikası sahillerimizin birbirinden zevksiz binalarla işgal edilmesini iç
çekerek izlemeyelim,
Gün
geçmiyor ki kadınlarımızın öldürülme, işkence görme haberlerine rastlamayalım,
Gün
geçmiyor ki çocuklarımız, türümüzün en masum varlıkları olan çocuklarımızın
şiddet görmesine, taciz edilmesine hatta öldürülmesine tanık olmayalım,
Yaşadığı
toprakları, yine insanların bencilce kavgaları yüzünden terk etmiş olan
ailelerin umut arayışlarını kullanan , iki kuruş için onları sahte botlarla,
sahte can yelekleri ile ölüme gönderebilen insanlarla aynı coğrafyada yaşamak
acısını çekelim ve üzerinde onu su üstünde tutması gerekirken sahte olduğu için
denizin dibine çeken yeleklerle kıyıya vurmuş iki yaşında çocuk bedenleri ile
yüzleşmeyelim,
Kundaktaki
çocuklarımızın, penceresinde cam olmayan evlerde donarak ölmesini kalbimiz
acıyarak öğrenmeyelim,
Gün
geçmiyor ki beline kadar kar içinde , ayağına naylon saran çocuklarımızın
yüzlerce metre yürüyerek sobası yanmayan okullarına gidişini görmezden
gelmeyelim,
Nesli
tükenmekte olan caretta carettaların vahşice öldürülmesini çaresizce
izlemeyelim ,
Tüm
yaşam alanlarını işgal ettiğimiz ve sonra da adına sokak hayvanı dediğimiz
canları şu kocaman dünyaya sığdıramayalım ,
Gün
geçmiyor ki gözümüzün içine bakan iki minik kedi, bir ürkek köpeğe biraz yemek
ve biraz suyu verebilmek için apartmanımızda, sitemizde, sokağımızda her gün
birileri ile tartışmak zorunda kalmayalım,
Bizlerle
eşit haklara sahip oldukları bu yeryüzünü onlara çok görüp , hayatlarının tamamını,
koşturmayı bırak , ayakta bile doğru düzgün duramayacakları kadar küçük
kafeslerde geçirecekleri hapishaneler üretip utanmadan adına barınak demeyelim,
Artık
bir durma zamanı geldi. Hatta geleli çok oldu geç bile kaldık .
En
başta kendimizden başlayıp sonra etrafımızı ikna ederek kalbimizin sesini daha
çok dinleme vaktidir.
Önce kendimize sonra etrafımıza bu dünyanın
sadece bize ait olmadığını daha keskin dille anlatma vaktidir.
Çocuklarımızı
da bu bilinçle yetiştirip gelecek nesillerin çevrelerine karşı bizim kadar
suçlu olmamasını sağlama vaktidir.
Hemen
bugünden başlayarak birbirimize, tüm canlılara, çiçeklere, ağaçlara, denize ,
toprağa daha özenli davranma vaktidir.
Dünya
kirlenecekse de , temizlenecekse de bu bizim sokağımızdan başlayacak. Biz nasıl
çizersek öyle şekillenecek.
İşe
kapınızın önüne biraz mama biraz da su koyarak başlamaya ne dersiniz? Bakın
acıkmış bir kedi, bir köpek, bir martı onların başına geldiğinde kendinizi çok
mutlu hissedeceksiniz.