Hoşgeldiniz... Damsız girilebilir, ilk ve sonraki içkiler de bedava

5 Nisan 2011 Salı

Ben Bir Selülozkolik'im...

Ben tipik bir Oğlak Burcuyum. Bir sürü şeye heves eden, hiçbirini tam yapmadan sıkılıp bırakanlardan yani. Hayatım boyunca birbiri ile alakasız o kadar çok şeye merakım oldu ki ... 

Bir de bu merak sardığım şeyler ile ilgili alışveriş yapmak en büyük keyfim ve tabiiki bu alışveriş öncesi araştırması. 

Bir dönem Ahşap Oymaya merak sardım. Hani duyan da o zamana kadar resim, heykel herşeyi halletmiş bir de ahşap oymacılığı kalmış sanır. Alakası yok ortaokuldayken resim dersim zayıf geldiği için takdiri kaçırmıştım o denli bir yeteneksizim yani. Ama olsun araştırdım ve en iyi skarpela takımlarının Romanya'da olduğunu öğrenip oradan 3 takım skarpela getirttim. Yine uzun araştırmalardan sonra en uygun ağacın ıhlamur ağacı olduğunu öğrenip neyse ki nispeten daha yakından Gölcük'ten ıhlamur ağacı buldurdum. Sonradan öğrendim ki bu işin sanatçıları bile ıhlamur ağacı zor bulunuyor diye alternatif ağaçlarla çalışıyormuş. Tüm bu hazırlıklar bittikten sonra içimdeki sanatçıyı keşfetmemi sağlayacak çalışmalarıma başladım. Üçüncü denemeden sonra bu konuda bırak yeteneği en ufak bir ümit ışığı bile olmadığını farkedip bıraktım. 

Bundan önce bir de müzsiyenlik merakı başlamıştı. Ben de yine Oğlak sabırsızlığı ile nispeten öğrenmesi en kolay enstrüman olarak gördüğüm  klavyeye merak sarıp o dönemin en iyi iki cihazı olan Korg M1 ve Roland D70 in ikisini birden aldım. Tabiiki yapacağım muhteşem besteleri düzenlemek için Cubase programı da. Küçük bir eksiğim kalmştı ; Nota Bilmemek... ama olsun öğrenirdim. Sabahlara kadar süren çalışmalardan sonra en azından Armonileri ve dizilişlerini öğrendim, bunun bir düzenleme yapmaya yeterli olmadığını da.. Neyse bir grup kurup bir barda çalışmaya da başladık. Havaya girmiştik müdavim bir dinleyicimiz vardı çaldığımız her akşam bar doluydu. Neden sonra o müdavim kadronun bize "Selamsız Bandosu" ismini taktığını öğrendiğimde içimdeki müzisyen de ölmüştü.. 

Fotograf, maketçilik, Karakalem ve burada sayamadığım daha nice başarısızlıkla sonuçlanan denemeler. Bunlar arasında bir Tenis ve bir Dalış kalıcı hobilerim oldu. 

Ama çocukluğumdan beri asla vazgeçemediğim tutkum selüloz olmuştur. Defter, kalem hatta tüm kırtasiye ürnlerine anlatılamaz bir tutkum vardır. Caddede Nezih'de veya İstiklal Panel Kırtasiyede saatlerce sıkılmadan kalabilirim. 

Defterlere özellikle deli bir bağım vardır ve Türkiye'ye gelmeye başladığından beri Moleskine defterler gerçek bir hastalığım. Arabada, evde tüm odalarda mutlaka bulundururum. Çantamda konulara göre ayrılmış 3 tane taşırım ve yine evde yedek 4 Moleskine defter yoksa 3.Dünya savaşı çıkmış da un stoğu yapamamış veya depremde donla sokağa fırlamış gibi hissederim kendimi. Moleskine dışında onlarca defter bir yerlerde durur. Yine oldum olası dolma kalem kullanırım. O kalemin kağıt üzerindeki hışırtısı bende gerçek bir orgazm hissi uyandırır. Blog falan tamam da yazmanın keyfi başka yerde yoktur hele klavye asla bir Mont Blanc kalemin yerini tutamaz. 

Bu selüloz hastalığı kitaplar için de geçerli. yanlışlıkla birine bir kitap verdiysem 3. gün tacize başlarım bitmedi mi diye.  Bu CD lerim içinde geçerli ama I Pod a tüm kolleksiyonu attığımdan beri o kadar da takıntılı değilim o konuda. Hiç vermiyorum problem olmuyor. 

şimdi gece gece bunu niye yazdım derseniz, hani olur da karşılaşırız "aa ne güzel defter benim olsun mu?" falan demeyin ağır küfrederim... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder