Hoşgeldiniz... Damsız girilebilir, ilk ve sonraki içkiler de bedava

8 Şubat 2017 Çarşamba

KARALAMALAR-6

Dalay Lama’nın kedisi ne kadar güzel ne kadar sıcacık bir kitaptı. Budizmin en temel ilkelerini , etrafa minik bir kedinin gözünden bakmak hem çok sevimli hem de bir o kadar öğreticiydi. Üşümüş , ölmek üzere olan bir minik kedi yavrusunun Dalay Lama tarafından sokakta bulunarak kurtarılması ve tapınağa alınması ile başlayıp, dünyayı onun gözünden keşfetme ile  devam eden ve onun da ergen bir kedi olma yolculuğuna tanıklık eden nefis bir kurguydu. 
Buddha felsefesini her zaman kendime yakın buldum ana hatları ile. Özellikle “Tüm Canlıların mutluluğu için çabalamanın iç mutluluğu getireceği” ana fikri şu anki dünyanın genel problemini açıklıyor sanırım. Çünkü istisnasız tüm canlılar mutlu anların tadını çıkarıp acılardan uzak durmak ister.. 
Kitap içindeki kurgulanmış küçük hikayelerde hep vurgulanan şey ; önemli olanın etrafımızda oluşan koşulların değil ,bizim onları nasıl gördüğümüzün önemli olduğu. İçinde yaşadığımız koşullardan mutsuzluk yaratmak yerine bu koşulları zihinsel bir algı ile süzgeçten geçirip algılayış biçimimizi değiştirmeyi en önemli ödev olarak sunuyor. Bunu bu şekilde yazınca tamamen teorik ve gerçekleştirmesi imkansız NLP saçmalıklarından biri gibi dursa da kitaptaki hikayeler üzerinden gidince hiç de zor olmadığını hatta etrafımızdaki bir sürü irili ufaklı örnek için bunu kolaylıkla gerçekleştirebileceğimizi görüyoruz. 
Ertelemeden doğru olanı yapmak, bunu yaparken çevremizdeki tüm canlı hayatın mutluluğunu ilk hedef olarak belirlemek,işten , güçten, korkulardan, alışkanlıklardan, mahalle baskısından sıyrılarak yapmayı istediğimizi ve yapmamız gerekeni yapmak. 
Bizi yönlendiren, peşin hükümlere iten tüm önyargılardan arınarak etrafa bakmak zaten bütün bunları gerçekleştirmeyi kolaylaştıracaktır. 
Hayatta acılar dediğimiz, endişe,hayal kırıklığı,üzüntü,korku gibi olumsuz duygularıın üstesinden gelmek için gerçekten bunlardan uzak kalmanın yollarını bulmalıyız. 
Bunun da en kestirme yolu tüm bu acıların kaynağını bulup onu yok etmek. Ölüm ve hastalık gibi kontrol edilemeyen acılar için  bunların, tüm canlılar için doğal yaşamın bir parçası olarak kabullenmek en kolay yol olacaktır. 
Bazı şeyler, bizim acı diye tanımladığımız bir sürü duygunun ortak kaynağı olabliyor. bu bir insan olabilir çoğunlukla veya bir yer ve belki de bir eşya. Bu kaynaktan kurtulmak, hayatından çıkarmak beraberindeki bir sürü acı veren duyguyu da bertaraf etmek anlamına gelebilir. Bunun için de vazgeçilmez sandığımız şeylerin ne kadar vazgeçilmez olduğunu, vazgeçmenin bize neler kazandırıp neler kaybettirebileceğinin muhasebesini iyi yapabilmeliyiz. 
İçinde bulunduğumuz ortam ve bu ortamın getirileri, bambaşka bir ortamın bize getireceği huzur ve mutluluk yanında daha mı değerli acaba? Sadece mevcut durumu değiştirme korkusu veya tembelliğinden dolayı bu acıların bir çoğuna katlanıyor olabilir miyiz? 
Koşulları değerlendirip ölçen ve hangisinin bizim için daha iyi olduğuna karar veren bir terazi yok. Alternatif koşulların hangisinin daha mutlu edeceğini kıyaslayacak parametreler de kişiden kişiye değişecektir elbette. Herkesin mutluluk parametreleri birbirinden farklıdır veya tolere edebileceği acılar da öyle. 
O halde yapılması gereken öncelikle kendi mutluluk ve huzur kriterlerimizi doğru ve dürüst biçimde belirlemek ve bunu etkileyecek gelir, para ,statü gibi yan etkenlerden arındırmamız gerekiyor. Geçmişin etkileri ve geleceğin beklentilerinin bugünkü huzursuzluğumuzun en büyük kaynağı olduğunu da unutmadan en kısa zamanda o içe dönüşü yapıp olmak istediğimiz yeri bulmamız gerekiyor.
Ve tekrarlamak gerekirse diğer tüm canlıları mutlu edebilmeyi hayatının merkezine koymak  gerçek huzuru yakalamanın olmazsa olmazı. 
Yine bu kitapta kendi doğrularımızı, bizi mutlu edecek doğru kararları vermemize engel olan, kendimizi gerçek manada tanımamızda engel teşkil eden ve çok da sık yaptığımız bazı hatalardan bahsediyor. Bunu kendi hayatıma uyarladığım zaman bu hataları hem de oldukça sıklıkla yaptığımı gördüm. Çok basit gibi duruyor ama işte tüm bunlar sukuneti bulacağımız kararları almamızı geciktiriyor. Çünkü bu hataları yaptıkça kendi içsel hesaplaşmamızı geciktiriyoruz. 
Mesela hayatımızdaki her olumsuzlukta suçu başka bir yerde aramak.Başka bir kişiyi,ortamı,hatta zamanı suçlamak.Eğer somut bir şey bulamıyorsak da suçluyu yaratmak. Oysa tüm bunlar olurken bizim bunu hangi aşamasında nasıl değiştirebileceğimiz veya yarattığı olumsuzluklar büyümeden neresinde dönebileceğimiz konusunda hiç kendi kendimizle yüzleşmiyoruz. Bunu yapsak bile bu yüzleşmeyi yine bir suçlu yaratarak tamamlıyoruz. Çünkü suçlu biz değilsek çözmemiz gereken bir şey de yoktur. Oldukça tembel bir bakış açısı değil mi?
Kendi içimizde bunları yaşarken bir başka hata daha yapıyoruz. Başkalarına, kendi içinde bulundukları sorunları çözmeleri konusunda katı, ödünsüz fikirler verebiliyoruz. Bu fikirlerin o sorunla baş edebilmeleri konusunda tek ve en doğru yol olduğunda ısrarcı olabiliyoruz. Bunu yaparken onun içinde bulunduğu koşullar, duygusal durumu ile fazla ilgilenmeden sadece kendi baktığımız pencereden bunu yapıyoruz. Oysa bizim yapmamız gereken ona bir yol göstermek değil o koşullarda onun çıkışını sağlayabilecek tüm yolları göstermek ki bunların bazıları bizim bakış açımıza çok ters gelse bile. Çünkü zor durumda olan bir insan için güç olan bir yol bulmak değil o anki koşullarda uygun olabilecek tüm yolların tamamını görememek. Biz ona görmediği yolları da gösterip kararı ona bırakmalıyız. Hepimiz bulunduğumuz yaşa,konuma kendi hikayemizi yaşayarak geliyoruz. Hepimizin hikayesi kendi içinde kendi etkileri altında. Yani herkesin yaşam hikayesi birbirinden farklı etkiler altında gelişiyor. Böyle bir durumda kendi hikayemizi referans alarak en doğrunun kendi hikayemizden çıkaracağımız sonuçlarla bulunacağını düşünmek üyük hata olur. Herkesin kendi hikayesinden kendi sonuçlarını ve kendi çıkış yolunu bulmasına yardımcı olmak gerçek bir destek olur. 
Aynı şekilde öfke,hayatta çektiğimiz acıların en büyük sebeplerinden birisi. Çoğu zaman öfke içinde yanlış kararlar alıp çok yanlış sözcükleri sarf edebiliyoruz. Ve bunların önemli bir bölümü de normal koşullarda yapmak, söylemek istemediğimiz şeyler oluyor. Yanlışı yapmamak daha sonra bunu düzeltmeye çalışmaktan daha az zahmetli. Sabır konusunda bir iç eğitime hepimizin ihtiyacı var. Bugünlerde etrafımızda olan bitene bakınca öfkelenmek için oldukça fazla sebep var ama unutmamalı ki sabır ve öfke kol kola gezen kavramlar. Aynı Ying Yang gibi. Öfke hayatımızın karanlık tarafı ise sabır bizi huzura yöneltecek olan tarafı. 
Her insanın olduğu gibi bizim de mutlaka zaaflarımız var. Çoğu zaman bu zaafları yok saymayı veya gizlemeyi tercih ederiz. Bu da bizim adımıza hayatı güçleştiren unsurlardan bir tanesi. Oysa bunları kabullenip bunlarla yüzleşmek kendimizi daha hafif hissettirecektir. Bu insan ilişkileri için de geçerli. Arkadaş, sevgili,karı,koca her neyse birisi ile beraber olma isteiğimiz doğaldır. Sonuçta sosyal ve belli temel ihtiyaçlar barındırıyoruz ama bu isteğimizin karşımızdaki kişi veya kişilerin de bunu istemeye devam etmesi ile sınırlı olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Bunu kabullenemediğimiz noktadan itibaren acılar başlıyor. Dolayısıyla öncelikle beklentilerimizin nereden olduğunu ve en önemlisi de bu beklentilerin muhatabının bunun farkında olup olmadığını iyi anlamamız gerekiyor. Ya da o muhatabın gerçekten bu beklentiyi yerine getirebileceğinden, bunu yapmak isteyeceğinden emin olmamız. Bunların cevaplarını bilmeden gerçekleşmeyen beklentiler için mutsuz olmak da biraz saçma ve anlamsız oluyor. 
Bir kitaptan başladık nerelere geldik. Ama işin özü hep aradığımız mutluluk denen şey aslında basitlikten geçiyor ve kendi kendimizi doğru bir şekilde keşfetmemizden. Neyle mutlu olacağımızı iyi anlarsak işimiz kolaylaşıyor.. Ve mutluluk bulaşıcı. Etrafımızda ne kadar mutlu canlı olursa bu bizi de mutlu edecek. Yani önceliğimiz hep etrafımızdaki tüm canlıların mutluluğu için uğraşmak. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder